Turizm Basını ve Meslek Kuruluşlarının Halleri
Günlerdir Türkiye’yi derinden etkileyen olaylar oluyor. İstanbul başta Türkiye ayakta. Türkiye’nin en büyük metropolü, adı yurt dışında Türkiye’den çok bilinen İstanbul’un Büyükşehir Belediye Başkanı başta olmak üzere yakın çalışma arkadaşları, gazeteciler ve iş insanlarının bulunduğu yüzlerce insan gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. Ekonomi bu olaylar nedeniyle sarsılıyor. Ekonomi ile birlikte turizm de etkileniyor. Rezervasyonlarda ciddi bir duraklamanın yaşandığını duymayan, bilmeyen ve endişe etmeyen kalmadı.
Türkiye’nin olan bitenlerle birlikte demokrasi liginde en altlara doğru indiğini, Türkiye’ye turist gönderen kaynak pazarlara bu durumun çok olumsuz yansıdığını, biraz okuma yazması olan herkes farkında.
Ama öte yandan bu olumsuz gidişe karşı toplumsal duyarlılığın giderek yükseldiği de biliniyor. Önce Saraçhane, ardından başta üniversiteler tüm illerde ve en son da İstanbul Maltepe’de milyonların demokrasiye, çağdaş dünyanın önemsediği hak temelli taleplere sahip çıktığı, işin bu yanının da Türkiye’nin aydınlık yüzünü oluşturduğunu izliyorlar, dünyanın her yerinden Türkiye’ye bakanlar. Tıpkı bizim, Amerika Birleşik Devletleri’nin Trump’tan, İsrail’in Netenyahu’dan, Macaristan’ın Orban’dan ibaret olmadığını bildiğimiz gibi. Ülkelerle, halklarla, onları bir dönem yöneten siyasetçilerin, devlet yöneticilerinin aynı olmadığını bildiğimiz ve birbirinden ayırabildiğimiz gibi, onlar da Türkiye için bunun farkında.
Sözü nereye mi getirmek istiyorum.
Turizm Basını diye nitelediğim, sayısı ve etkisi hiç de azımsanmayacak bir noktaya gelmiş olan gazetelere, yayınlara ve orada emek veren arkadaşlarımıza…
Tamamına yakını internet üzerinden yayın yapan bu mecranın son on gününü, başlıklarını hızlıca taradım. Toz pembe bir Türkiye ve turizmtablosu demeyeyim hadi. Haksızlık da etmeyeyim. Ama sanki Türkiye’nin değil de, Avrupa’da herhangi bir turizm ülkesinin turizm profesyonellerinin izlediği basını okuyormuş gibi hissettim kendimi. Hadi olan biten haksızlıkları, hukuksuzlukları görmekten vazgeçtim, ne Saraçhane’den ve daha da önemlisi ne de Maltepe’den ne bir söz, ne bir nefes. Türkiye’nin turizm tüketicilerinin ağırlıklı bölümünü oluşturan milyonların içinde yer aldıkları, belki bu gazeteleri çıkaran arkadaşlarımızın da katıldıkları gösteriler, toplantılar, mitingler, kullanılan oy ve atılan imzalar bunlar.
Hepsinden vazgeçtim, dünyada viral olmuş Pikaçu görüntüsü bile yok hiçbirinde. Biz kafamıza kuma gömsek te, dünya alemin izleyip bugünlerde kafalarında oluşturdukları Türkiye imajına Pikaçu’dan daha olumlu katkıda bulunabilecek başka bir şey var mı acaba? Turizm Bakanlığımızın pek bir şişinerek, bir başarı öyküsü gibi anlatıp basınımızda haber yaptırdığı Paris’in işlek caddesindeki bir apartmanın yüzeyine konan, artık ne kadar harcandığını bilmediğimiz Türkiye panosu mu kurtaracak turizmimizi, yoksa Pikaçu ve onunla birlikte koşan gençlerin sevimliliği mi? Hangisi Türkiye’nin aydınlık, gülen, espirili, yaratıcı yüzünü yansıtacak kaynak pazarlarımızdaki tüketicilere?
Lafım çok sevgili arkadaşlarıma, meslektaşlarıma. Turizm meslek kuruluşlarımız ve onların yöneticilerinden hiç söz etmiyorum bile. Onlar, muhalefet saflarından meclise gönderdikleri de dahil, kol kırılır yen içinde kalır havasındalar. Biz kapalı kapılar ardında eleştirileri dile getiririz, ne söyleyeceksek söyleriz ama (Bunun da ne kadar doğru olduğu konusunda kuşkuluyum.)dışarıya karşı bir ve beraber tavır alırız, olumsuz tek ses vermeyiz durumundalar. Ne yazık ki, bu anlayış yerleşmiş. Uzun süredir.
Bu konuda bizim Bakanlık kadar şanslısı yoktur sanırım. Ama Bakanlığımız bununla da yetinmeyip, meslek kuruluşlarını her yönden bağlamış. O cenahta korku dağları aşmış durumda. Hakları da yok değil. Sesimizi çıkarsak, bir kayyum da bize atarlar, elimizdekilerden de oluruz diye düşünüyor olmalılar.
Peki ya yıllardır bu sektörün kahrını çeken basın emekçileri, gazeteciler? Onların kaybedecekleri ne ki Allah aşkına. Yoksa, bir dönem her nasılsa yer etmiş şu yanılsamadan kurutulamadık mı hala? Hani, Türkiye’de bir olumsuz olay olup basın haber yapınca deniyordu ya, biz asıl kötülüğü kendimize yapıyoruz diye. Sanki Türkiye’de haber yapılmayınca, dışarıdakiler duymayacak, görmeyecek gibi…
Yoksa, bu iletişim çağında bu masala inanıyor muyuz?
Lütfen Bekleyin.