AB, Türk Turizmi ve Savaş
Ünlü iktisatçı ve planlama uzmanı Jean Monnet (1888-1979) II. Dünya Savaşında ABD’nin Avrupalı müttefiklerine gönderdiği yardımları bir plan doğrultusunda dağıtan ve böylece yüksek verim elde edilmesini sağlayan ofiste çalıştı. Bu süreçten elde edilen tecrübeleri ile savaş sonrası Avrupa’nın hızla kalkınması için ülkeler arasında işbirliği yapılması ve ortak bir plan ile hareket edilmesi fikrini ortaya attı. Fransa Başbakanı Robert Schuman(1886-1963) da siyasi olarak bu fikrin arkasında durdu.Böylece Almanya, Fransa, İtalya ve Benelüks ülkeleri arasında devletler üstü bir kurum olan Kömür Çelik Birliği kuruldu. Burada elde edilen başarılı verimin sonucunda aynı devletler 1957 yılında bütün ekonomik alanları kapsayan Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu kurdular.
AET zaman içinde bugünkü neredeyse bütün kıtayı kapsayan Avrupa Birliğine dönüştü ve insanlık tarihinde gerçekleştirilen en muazzam demokrasi, kalkınma ve barış projesi olarak yerini aldı. AB dolayısıyla Avrupa, bugün bütün geri kalmış dünya halklarının içinde yaşamak istediği bir barış ve huzur kıtası haline geldi. (Maalesef AB’de yaşama uğruna göç eden binlerce insan verdikleri mücadele sırasında trajik bir şekilde hayatlarını kaybetmektedirler.)
Türkiye Cumhuriyeti de Avrupa’nın birlikte kalkınma projesine kayıtsız kalmamış ve 1963 yılında Yunanistan ile birlikte AET’ye katılmak üzere Ankara Anlaşmasını imzalamıştır. Bu anlaşma uyarınca AET’nin birliğe katılmak için öngördüğü kuralları ülkelerinde yerine getirdikleri an iki ülke de birliğe tam üye olacak şekilde imza altına alınmıştır. Anlaşmaya göre aday iki ülke koşulları yerine getirmeseler bile 1981 yılı Ocak ayında otomatikman üye olacaklardı. Nitekim Yunanistan üye oldu. Türkiye ise üyeliği reddetti. 12 Eylül darbesini yapan generaller ya da onlara darbeyi yaptıranlar Türkiye’nin AB’ye girmesini istemedi. Bu konu Türk entelijansiyasında maalesef neredeyse hiç tartışılmadı. Aynı generallerin Yunanistan’ı apar topar NATO’ya almaları da Türk kamuoyu tarafından yeterince değerlendirilmedi.
Yunanistan AB’ye girdi ve birliğin geri kalmış bölgelerini kalkındırmak için oluşturulan FEDER fonlarının keyfini 1986 yılında İspanya ve Portekiz üye olana kadar tek başına sürdü. Adalara limanlar, havaalanları, yollar, elektrik-su altyapıları FEDER fonları sayesinde inşa edildi. Bugünkü Yunan turizminin temeli böylece sağlam bir şekilde atılmış oldu.
Türkiye’nin AB’ye üye olmayı reddettiği 1981 yılında ise Türk halkının %70’i köylerde yaşıyor, şehirlerde yaşayan %30’un da büyük kısmı bir tür köy olan gecekondularda yaşam mücadelesi veriyordu. Öyle ki başkent Ankara’nın ünlü meydanları Ulus ve Kızılay’dan on dakika da yürüyerek gecekondu mahallelerine ulaşılıyordu.
Devletin ve ekonominin yönetimini eline alan Turgut Özal’ın elinde genç ve eğitimsiz bir nüfus kitlesi ve dış ticarete kapalı bir ekonomik yapı vardı. Dış ticaret için katalizör olarak kullanılacak artı döviz girdisi önemli oranda gurbetçilerin gönderdiği fonlardan karşılanıyordu. Alamancı paraları da ancak bürokratik elitin yurtdışındaki harcamalarına yetiyordu.
Sn. Özal’ın başında olduğu ekonomi yönetimi öncelikle köylerdeki genç nüfusu kentlere taşıyacak, işçi sınıfına geçen eğitimsiz genç nüfus ile üretilecek ve aynı zamanda ihraç edilebilecek malların üretimini sağlayacak bir yapılanmaya yöneldi. Düşük teknoloji ile emek yoğun üretilen malların ve hizmetin dış ticaretinden sağlanan artı değerlerle içerde teknoloji yatırımlarını artırarak ülkeyi kalkındıracak bir ekonomi politika geliştirdiler. Öngörülen sektörler kentlerde konaklamayı ve istihdamı geliştirmek için inşaat; dışarıya satılacak mal üretmek üzere tekstil; hizmet üreterek döviz sağlamak için ise turizme oldu. Bu üç sektör yoğun olarak teşvikler ile desteklendi.
Özal programı başarılı oldu. Tekstil sektörü kısa sürede dış kaynak yaratmaya başladı. Turizm sektörü döviz basan Antalya ve Dalaman destinasyonlarını kazandı ve uluslar arası turizm liginde ilk ona tırmandı. İnşaat kentleşmeyi gecekondulaşmadan büyüttü. Ve otomotiv başta olmak üzere teknoloji yatırımları ülkeye gelmeye başladı.
Özal hükümetlerinin üç sektörde yakaladığı başarının arkasında genç Türkiye Cumhuriyetinin geliştirmiş olduğu sektör bazında kalkınma için faaliyete geçirilen özel sektöre finansman sağlamanın yanında aynı zamanda yatırımcı, işletmeci ve sektörü düzenleyici fonksiyonu olan bankalar vardı. İnşaatta Emlak Bankası T.A.O., tekstilde Sümerbank T.A.O. ve turizmde T.C. Turizm Bankası A.Ş. (TURBAN) yatırım yapışacak sektörlerin temellerini sağlam bir şekilde atmış, uluslar arası rekabette başarılı olmak için gereken bilgi, teknoloji ve tecrübeyi ülkeye getirmişlerdi. TURBAN her tipte onlarca konaklama tesisini işletiyor ve ülkeye turizmin her alanında ilkleri hali hazırda getirmiş bulunuyordu.
Fakat Özal programının önemli ayağı olan tekstil ve turizmden gelen dış kaynakların yeni teknolojilere yatırılması projesi 1990’lı yılların başından itibaren işbaşına gelen hükümetler tarafından yeterince etkin olarak takip edilmedi. Dış kaynaklar yatırım yerine tüketime harcanmaya başlandı ve 1994 yılından başlayarak ekonomi derin krizlere girmeye başladı. Son otuz yılda uluslar arası ticaretten pay alabilecek yeni bir sektör, iş kolu ta da sanayi üretimi ekonomiye kazandırılamadı. Örnek vermek gerekirse, Türk turizmi 90’lı yılların başından itibaren ekonomiye toplam 1 trilyon $ kadar net kaynak soktu fakat bu kaynağın karşılığında teknoloji üretimi alanında bir fark yaratılamadı. (Halen ihracatın %3’ü ileri teknoloji içeriyor.) Fakat 500 kadar AVM inşa edildi, lüks otomobiller caddeleri doldurdu, büyük panel TV’ler duvarları kapladı en pahalı telefonlar ceplere girdi.
Sonuç olarak Ankara Anlaşması ile AB’ye giren Yunanistan Türkiye’den daha fazla kalkındı. Kişi başına düşen milli geliri Türkiye’nin iki katına getiren Yunanistan Türkiye ile kıyaslanamayacak kadar kötü bir jeopolitik durumda olmasına rağmen AB kaynakları ve turizm gelirleri ile toplumunun refahını yükseltmeyi başardı. Türkiye ise AB’nin kaynaklarından ve sinerjisinden yararlanamadı. Kendi projeleri ile kalkınmaktan başka kaynağı olamadı.
Günümüzde Türk ekonomisinin en önemli döviz kazandırıcı sektörü turizmdir. 2024 yılı için 60 Milyar $ gelir beklenmektedir. Türklerin yurtdışı turizm harcaması ise 5 Milyar $ civarında gerçekleşmektedir. Net uluslar arası turizm girdisi 55 Milyar $ olacaktır. İç turizm ve kayıt dışı turizm gelirleri ile beraber turizm sektörü GSYH’nın %12-13’ünü üretmektedir. İşte Türkiye için hayati önemde olan uluslar arası turizm sektörü şimdi savaş tehdidi altındadır. Türkiye’nin çevresi birbiri ile savaşan ülkelerle sarılmış durumdadır.
Savaşan ülkelerden Ukrayna-Rusya Türkiye’nin komşusu olduğu gibi aynı zamanda turizm sektörü için de önde gelen pazarlardır. Bu pazarlardan elde edilen turizm gelirleri de doğal olarak düşme eğilimindedir. Rus ve Ukrayna pazarında yaşanan düşüşü şimdilik büyüyen İngiltere ve Almanya pazarı telafi etmektedir.
Neredeyse üç yıldır süren Rusya-Ukrayna savaşı aslında bir AB-Rusya savaşıdır. 2014 yılında başlatılmaya çalışılan savaş AB’nin kararlı duruşu sayesinde atlatılmış olsa da Şubat 2022 yılında çıkartılmıştır. Geçen sürede savaşın yarattığı ekonomik etkiler AB ekonomisini etkilemeye başlamıştır. Silahlanmaya ayrılmak zorunda kalınan kaynaklar otomotiv gibi AB ekonomisinin güçlü olduğu sektörlere yeterice yatırım yapılmasını engellemiştir. AB’nin üretim ve ihraç mallarında rakibi olan Çin ve ABD bu fırsatı kullanıp AB’nin pazarlarını ele geçirmeye başlamışlardır.
AB ekonomilerinde yaşanan sıkıntıları henüz hane halkları hissetmeseler de zaman için içinde harcanabilir gelirleri düşecektir. Turizm talebi daralacaktır. Özellikle uluslar arası turizm AB’de yaşanacak durgunluktan etkilenecektir. Dolayısıyla Türk ekonomisi, Yunan ve İspanyol ekonomileri olumsuz etkileneceklerdir.
Türkiye’nin şansızlığı ise hinterlandında süren ve çıkartılabilecek diğer savaşlardır. Türkiye sürmekte olan savaş nedeniyle bugün İsrail’den, Suriye’den Lübnan’dan turist alamamaktadır. İran her an savaş durumuna girebilir ve İran’dan alınan turist akışı da kesilebilir. Elbette diğer ihraç mallarının talebi de düşecektir.
Ortadoğu’da süren savaşlar ve çıkabilecek yeni savaşlar Türk ekonomisi ve AB ekonomisi için tehdittir. Bölgedeki savaşların bir an önce sona erdirilmesi sadece Türkiye’nin değil AB’nin de ortak çıkarınadır. Türkiye’nin AB üyeliğinin bir an önce gerçekleşmesi sadece Türkiye’yi değil AB’yi de güçlendirecektir. AB’nin kara sınırları Gürcistan’dan Suriye’ye kadar yayılacaktır. Siyasi olarak karışık olan Ortadoğu bölgesi de komşusu olacağı AB’nin demokrasi, hukuk ve ekonomik sistemine kavuşmak için dönüşüme girecektir.
Bölge halklarının umudu olan barış ve refah genişleyen AB sayesinde Türkiye’nin komşularına ulaşacaktır. Türkiye’nin üyeliği ile Avrupa’nın hukuku, demokrasisi ve sosyal-ekonomik yapıları insan kaynakları ile üretim üssü olan doğuda Hindistan ve Çin’e, güneyde ise Mısır ve Sudan üzerinden Güney Afrika’ya kadar uzanacaktır. Sözü geçen coğrafyalardan AB’ye olan göçmen akını da ortadan kalkacaktır.
Avrupa Birliğinin cesaret gösterip Türkiye üzerinden genişleyerek yeni bir ekonomi-politika alanı yaratma zamanı gelmiştir. Süren savaşlara AB daha fazla seyirci kalırsa mevcut ekonomileri onarılamaz yaralar alabilir. Türkiye bu anlamda AB’nin hayati paydaşıdır. Türkiye AB’ye sadece kendi üyeliğini değil, değişen dünyada AB’nin çıkarlarını da kendi perspektifinden anlatmalıdır.